Mevlevî Âyini: Türk Mûsikîsinde Bir Form

Categories : Yazılar

Mevlevîhânelerde mukâbele (semâ’ töreni) esnasında, semâ’a refâkat etmek maksadı ile bestelenmiş eserlere denir. Mevlevî bestekârlar tarafından bestelenmiş olan bu eserler, mutriban (musiki icra heyeti) tarafından icra edilir. Türk mûsikîsi sanatının, elimizdeki tek örnek olan Mîrâciye nazarı dikkate alınmazsa, en büyük formudur.

Güfteleri çoğunlukla Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî ve Divân-ı Kebir’inden (beyitler ve rubâiler) olmakla birlikte, az da olsa bazı Mevlevî şairlerin şiirlerine de yer verildiği görülür. (Sultan Veled, Ulu Ârif Çelebi, Ahmet Eflâki, Dîvâne Mehmet Çelebi, Gavsi Dede, Şeyh Gâlib gibi).

Mevlevî âyinleri de mukabelelerde olduğu gibi her birine “selam” adı verilen dört bölümden oluşur. Muza’af devr-i kebir adı verilen, 56 zamanlı bir usûlle bestelenmiş peşrevin icrâ’ından sonra, genellikle 14 zamanlı Mevlevî devr-i revânı (nadiren Ağır düyek usûlü de görülür) usûlü ile bestelenmiş birinci selam, ardından ağır evfer usûlü ile bestelenmiş ikinci selam ile devam eder.

En geniş ve de en sanatlı bölümleri üçüncü selamlardır. Büyük çoğunluğu 28 zamanlı Devr-i kebir usûlü ile başlayıp (Bazı âyinlerde devr-i kebir yerine Frenkçin, Fahte, Ağır düyek, Çifte düyek usûlleri kullanıldığı da görülmüştür), 10 zamanlı Aksak semâî ve de 6 zamanlı Yürük semâî usûlü ile devam eder ve genişler. Ritim itibarı ile de en hareketli noktaya bu selamda ulaşır. Dördüncü selam yine Ağır evfer usûlü ile bestelenir. Düyek usûlü ile bestelenen son peşrev ve de Yürük semâî usûlü ile bestelenen son yürük semâî ile âyinler nihâyet bulur.

Mevlevî mukâbelelerinin her bir selamının ifâde ettiği mânâlar vardır.

I. Selam: İnsanın kendi kulluğunu ifâde eder.

II. Selam: Allâh’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında kulun hayranlığını,

III. Selam: Bu hayranlığın aşka dönüşünü,

IV. Selam: Tekrar yaratılış gâyesi olan kulluğa dönüş ve de acziyyeti ifâde eder.

Buradan hareketle Mevlevî âyinleri bestelenirken ifâde ettiği bu anlamlar göz önünde bulundurularak “selam” adı verilen her bir bölümün o coşku ve dinginliğe göre bestelendikleri görülür. Bir mevlevi ayininin tamamı bir bestekâra ait olduğu gibi, ilk ve son peşrevleri ile son yürük semaisi bir bestekâra; dört selamı bir başka bestekâra da ait olabilmektedir.

Beste teknikleri açısından;

a- Tamamı aynı makamda olanlar (bir makamda başlayıp aynı makamda devam eden ve aynı makamda biten),

b-Bir makamda başlayıp değişik makamlarda seyreden, ancak başladığı makamda biten

c- Basladığı makamın dışında bir makam veya başka bir ayinin bölümleri ile bitenler olmak üzere üç bölümde de mütalaa edilebilirler.

Bu yapıları ile Mevlevî âyinleri Türk Mûsikîsi Sanatı’nın en büyük, en sanatlı ve de en görkemli eserleridir. Dolayısı ile Mevlevî âyini bestelemek bestekârlıkta bir zirve olarak kabul edilir ve bestekârı, sahib-i âyin olarak nitelendirilir.

Tekkeler kapatılmadan önce (2 Eylül 1925) bestelenmiş olup notaları yayınlanmış bulunan âyinler şunlardır:

Bestekârları bilinmeyen ve Beste-i Kadîm diye adlandırılan üç âyin: Pencgâh âyini; bestesi kısmen mevcut olup Pencgâh ile tamamlanan Dügâh âyini; yine bestesi kısmen mevcut olup Dügâh ve Pencgâh ile tamamlanan Hüseynî âyini; Köçek Mustafa Dede’nin (ö.1688) Beyâtî âyini; Mustafa Itrî Efendi’nin (ö.1712) Segâh âyini; Nâyî Osman Dede’nin (ö.1729) Rast, Uşşak, Çargâh ve bestesi kısmen mevcut olup Abdürrahim Künhî Dede veya Musâhib Ahmed Ağa’nın aynı makamdaki âyinleriyle tamamlanan Hicaz âyini; Bursalı Sâdık Efendi’nin (ö.1780 veya 1790) Beste-nigâr âyini; Musâhib Ahmed Ağa’nın (ö.1794) Hicaz ve Nihâvend âyinleri; Şeydâ Hâfız Dede’nin (ö.1799) Irâk âyini; Sultan III Selim’in (ö.1808) Sûz-i dilârâ âyini; Abdülbâki Nâsır Dede’nin (ö.1821) Acem Bûselik âyini; Abdürrahim Künhî Dede’nin (ö.1831) Hicaz âyini; Hammâmizade İsmail Dede Efendi’nin (ö.1846), şeyhi Ali Nutkî Dede tarafından hediye edilip kendisi tarafından işlenen ve geliştirilen Şevk-ı tarab âyini, Sabâ, Nevâ, kısmen Sabâ âyini ile tamamlanan Beste-nigâr, ikinci selâmdan itibaren Nevâ âyini ile tamamlanan Sabâ Bûselik, Hüzzam ve Ferah-fezâ âyinleri; Mustafa Nakşî Dede’nin (ö.1853) Şedd-i Arabân âyini; Eyyûbî Hüseyin Dede’nin (ö.1859’dan sonra) Nühüft âyini; Mustafa Câzim Dede’nin (ö.1875) Hicazkâr âyini; Selânikli Necib Dede’nin (ö.1883) Sûzinâk âyini; Ser-müezzin Rıfat Bey’in (ö.1888) Nev-eser ve Ferahnâk âyinleri; Zekâi Dede’nin (ö.1897) Mâye, Isfahan, Sûzinâk, Sabâ Zemzeme ve Sûz-i dil âyinleri; Ahmed Hüsâmeddin Dede’nin (ö.1900) Râhatü’l-ervâh âyini; Mehmed Celâleddin Dede’nin (ö.1908) Dügâh âyini; Bolâhenk Nuri Bey’in (ö.1910) Bûselik ve Karcağar âyinleri; Hüseyin Fahreddin Dede’nin (ö.1911) Acem-Aşîran âyini; Rauf Yektâ Bey’in (ö.1935) Yegâh âyini; Kâzım Uz Bey’in (ö.1938) Sultânî Yegâh âyini; Ahmed Avni Konuk Bey’in (ö.1938) Bûselik Aşîran, Dil-keşîde ve Rûy-i Irâk âyinleri; Zekâi Dedezâde Ahmed Irsoy’un (ö.1943) Beyâtî Bûselik ve Müsteâr âyinleri. Bu listeye Sultan Veled (ö.1312) ve Derviş Ömer’e (XVII.yüzyıl) nispet edilen Niyaz Âyini‘ni de eklemeliyiz.

Bunlardan başka daha birçok ayin bestelenmişse de ya zamanla unutulup besteleri günümüze ulaşmamış veya kütüphane ve arşivlerde kalıp henüz yayın sahasına çıkmamışlardır.

Zikredilen tarihten sonra da pek çok ayin bestelenmiştir. Fakat ayin bestelendikten sonra meydan görmüş olması (Mevlevi mukabelesi esnasında icra edilmiş olması) ve efkâr-ı umumiye tarafından hüsn-i kabul görmüş olması gerekmektedir. Örnek olarak Cinuçen Tanrıkorur’un Beyâti-araban, Bekir Sıdkı Sezgin’in Muhayyer-sünbüle ve aynı zamanda son bestelenen ayini şerif olan Hafız Ahmet Çalışır’ın Hicazkâr makamındaki ayini zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Türk Musikisi Klasiklerinden Meulevi Âyinleri (İstanbul Konservatuarı neşriyatı, İstanbul 1934-39, VI-XVIII; Ezgi, Türk Mûsikisi, III, 85-102; Sadettin Heper, MeulevîÂyinleri, Konya 1974; Karadeniz, Türk Mûsikisi, s. 170, 719-727; Çevikoğlu, Mutriban.com,2009;Tanrıkorur, İslam Ansiklopedisi IV,s.251,252

40ikindi.com