Mûsıkîde İcazet mi Diploma mı?

Categories : Yazılar

Hep merak etmişimdir icazet ile diploma arasındaki fark nedir diye. Zaman geçip cemiyet kendi içerisinde adam yetiştiremez hale geldikçe bu sorunun cevabı zihnimde şekillenmeye başladı. Zira birçok diplomalı insan kendi meslek alanları içerisinde çoğaldıkça ve buna paralel olarak diplomalı cahiller de arttıkça daha da belirginleşti.

Meşk usulü eğitim ile okul eğitiminin iki ayrı müessese olduğu hepimizin malumu. Söz konusu iki kavram bu bakımdan daha da değişik anlamlara bürünüyor. Usta-çırak ilişkisi ile hem sanat hem de zanaata intisap edenler, mesleki eğitimleri tamam olsa bile belki de yıllarca süren bir tedrisattan sonra ancak icazetlerini alabilirler ve müstakilen bir iş yapabilme, çırak yetiştirebilme salahiyetini kazanabilirlerdi. Bu ahilik teşkilatında “kuşak giydirme”, sanat eğitiminde ise “icazetname” ile belgelendirilirdi.

Sanat ahlakının yerlerde süründüğü, yeterlilik endişesinin hiç taşınmadığı böylesi bir ortamda bu konuya dikkat çekmenin önemi hiç kuşkusuz çok büyük… Bu söylenenlerin hepsini herkesin bildiği de bir gerçek. Ancak dikkatlerin para kazanmaya odaklandığı günümüz dünyasında göz ardı edilen hatta görmezlikten gelinen bir konu olduğu da malum. Bununla beraber hala icazetname kavramının devam ettiği, sanat eğitimi ile sanat ahlakının, insan olabilme sanatının tedris edildiği müesseselerde yok değil. Bir musikişinas olarak bendenizin gıpta ile baktığı hüsn-i hat, tezhip, minyatür, ebru bunların başlıcalarıdır.

Hüsn-i hat tedrisi için üstadına intisap eden bir talebe, hangi yazı stilinden başlamışsa(rik”a, sülüs, nesih, talik v.s) yazı yazmayı olgunlaştırsa bile belli bir müddet daha icazetini alamayabilir. Zira ruhi olgunluk gelişmemişse ve bunun için belli bir müddet daha gerekiyor ise o sürenin tamamlanması gerekir ki, ondan yetişecek talebelerin de inabesi sağlam olsun. Aksi bir durumda silsiledeki sağlamlık bozulur ve tabiri caiz ise sanatsal nesilde ciddi bir deformasyon başlar.

Bu durum ebru, tezhip ve diğer Türk İslam sanatları için de geçerli. Fakat üzülerek ifade etmeliyim ki, Türk musikisi için bu müessese hiç geçerli ol(a)madı.

Genel olarak musiki sanatında kişinin kendini ifade edebilme imkânı, diğer sanatlara nispetle daha kolay gibi görünüyor. Zira on şarkı veya türkü öğrenmiş, bunun yanında sesi güzel ve biraz da müziğe kabiliyeti var ise bunu herhangi bir ortamda insanlara sunabilme imkânına kavuşuyor. Zaten fıtri bir ihtiyaç olan musiki bu şekilde insanların da hoşuna gidiyor. Takdirlerini belirtme konusunda zaten oldukça cömert olan toplumumuz kişinin yetkin olma durumunu gözetmeksizin ve biraz nezaketen de olsa alkışlayınca enaniyet duyguları kabaran sanatkâr namzedi; hemen ben “en” imişim gibi bir duyguya kapılarak, hem sanatsal eğitimini, hem de insan olabilme sanatı yolunda ki ilerlemesini askıya alıveriyor. Burada ekonomik kazancı erken elde edebilme ve hemen şöhret olma dürtüsü galip geliverip ciddi defoların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.

Okullarda verilen eğitimin bu konuda yetersiz kaldığı hepimizin şikâyeti. Bunun sebebinin ne olduğu ise zaten kendi içinde görünmekte. Okulda bu eğitimi veren hocanın da bu müesseseden yetişmemiş olması bu durumu adeta körüklüyor. Ancak bu durum günümüzde ortaya çıkmış bir noksanlıkta değil ayrıca. Musiki tedrisatının meşk usulü ile yapıldığı dönemlerde de bu icazet müessesi görünmüyor.

Peki, böyle devam etmeli mi? Elbette hayır. Üstatlarımızın böylesi hassas bir konuda söyleyecek çok sözleri olduğunu biliyorum. Ama hepsinin de çekindikleri bir durum var ki o da “zaten bize verilmiş böyle bir icazet yok, neye dayanarak böyle bir icazet verelim ” endişesi. Doğrusu Abdurrahman Çelebiliğe soyunup böyle bir konuda ahkâm kesmek bize yakışmıyor, ama bunun dile getirilip tartışılması artık elzem hale geldi.

Bu noktada şu soru hepimizin beyninde dönmeli:

İcazet mi yoksa diploma mı?

40ikindi.com